Monday, April 4, 2011

Gençliğin Ata'ya Cevabı




EY BÜYÜK ATA!

Varlığımızın en mukaddes temeli olan, Türk istiklalinin ve Türk Cumhuriyetinin ebedi bekçileriyiz. Bu karar, sarsılmaz irademizin değişmez ifadesidir.

İstikbalde, hiçbir kuvvet yolumuzdan döndüremeyecektir.
Bizler, bütün hızımızı senden, milli tarihimizden ve ruhumuzdaki sönmez insan ateşinden alıyoruz. Senin kurduğun temeller üzerinde attığımız her adım sağlam, yaptığımız her hamle şuurludur.

En kıymetli emanetin olan Türk istiklal ve Cumhuriyeti, mevcudiyetimizin esası olarak, eğilmez başların, bükülmez kolların, yenilmez Türk evlatlarının elinde ilelebet yaşayacak ve nesilden nesile devredilecek.

Bu mukaddes emanete yönelen dâhili ve harici bütün tecavüzler, iman dolu göğsümüze çarparak parçalanacaktır.

İstiklal ve Cumhuriyetimize kastedecek düşmanlar en modern silahlarla mücehhez olarak, en kuvvetli ordularla üzerimize saldırsalar dahi, milli şuurumuzu ve yenilmez Türk gücünün zerresini bile sarsamayacaklardır.

Çünkü İstiklal ve Cumhuriyetimize kastedenler, karşılarında beş bin yıllık şerefli Türk tarihinin yılmaz evlatlarını, cumhuriyeti ve inkılâplarının feyizli ve imanlı gençlerini bulacaklardır.

EY TÜRK'ÜN BÜYÜK ATASI!
İstikbal ve Cumhuriyeti korumak mecburiyeti hâsıl olursa içinde bulunacağımız ahval ve şerait ne olursa olsun, kudret ve cesaretimizi damarlarımızdaki asil kandan alarak, bütün engelleri aşıp, her güçlüğü yenmek azmindeyiz.

TÜRK GENÇLİĞİNİN ANDI
Türk gençliği olarak özgürlüğün, bağımsızlığın, egemenliğin, Cumhuriyetin ve devrimlerinin (inkılâplarının) yılmaz bekçileriyiz.

Her zaman, her yerde ve her durumda Atatürk ilkelerinden ayrılmayacağımıza, çağdaş uygarlığa geçmek için bütün zorlukları yeneceğimize namus ve şeref sözü verip, kendimizi büyük Türk Milletine adarız.

Atatürk'ün Sanat Sevgisi





“Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir.

Mustafa Kemal Atatürk
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, çok farklı alanlarda zaferler kazanmış dünyanın sayılı liderlerindendir. Atatürk, milli mücadele yıllarında birbirinden değerli askeri başarılara imza atmıştır. Bu yıllarda kendine has savaş stratejileri ile dünyanın beğenisini kazanan Ulu Önder, milli mücadelenin başarıyla sonuçlanmasının ardından toplumsal hayata da önemli değerler katmayı başarabilmiştir.
Atatürk, sadece devlet adamlığı ve askeri kişiliğiyle değil, aynı zamanda medeni ve kültürel kişiliğiyle de Türk milletinin önündeki en güzel örnektir. Estetikten, kaliteden ve sanatın tüm dallarından büyük zevk alan Atamızın bu medeni kişiliği tüm hayatına yansımıştır. Büyük Önder, bulunduğu ortamlarda giyimi, bakımlı fiziği ve şıklığı ile, ne kadar ince ruhlu bir insan olduğunu her zaman göstermiştir. Kıyafetlerini seçerken her zaman çağdaş görünümlü, estetik değerlere uygun giysileri tercih etmiştir. Bugün bile seçtiği kıyafetler Türk halkı tarafından hayranlıkla izlenmekte ve modacılara ilham kaynağı olmaktadır.

Atamız cemiyet hayatını seven, sosyal ilişkilerde son derece başarılı bir insandı. İçindeki insan sevgisi, sıcak ve samimi konuşmalarından hissedilmiştir. Davetlerinde, engin görgüsü ve hoş sohbetleriyle dikkat çekmiştir. Büyük Önder, dost meclislerinde dönemin en ünlü sanatçılarını misafir etmiş, onlarla derin sohbetlerde bulunmuştur. Bu sohbetlerinde, şiirler okunmuş, edebiyattan, resimden bahsedilmiş ve Türk musikisinin değerli besteleri dinlenmiştir.
Büyük Önder, yaşadığı zor şartlarda bile bu kişiliğinden taviz vermemiştir. O'nun yerinde başka bir lider olsaydı, bulunduğu koşullarda estetiği, sanatı ve sanatçıları ikinci plana koyabilirdi. Ancak, Atamız dehasını birkez daha göstererek Türk Ulusunun kültürel alanda da gelişiminin şart olduğunu belirtmiş ve sanat alanında da birçok yeniliği getirmiştir.
Cumhuriyet’in kuruluşunun ardından Türkiye’de yüksek bir medeniyet seviyesine ulaşılması hedefini yakalayan Atatürk, sanata verdiği önemle modern Türk sanatlarının öncüsü ve mimarı olmuştur.
Atatürk, Türkiye’nin yeniden yapılanma döneminde, milli kültürü yansıtan bir sanat anlayışının oluşması adına önemli adımlar atmıştır. Atatürk, sanatın Türk milleti için önemini şu veciz sözleri ile ifade etmiştir: “Güzel sanatlarda muvaffak olmak, bütün inkilaplarda başarıya ulaşmak demektir. Güzel sanatlarda muvaffak olamayan milletler ne yazık ki, medeniyet alanında yüksek insanlık sıfatıyla yer almaktan ilelebet mahrum kalacaklardır.”
Atatürk sanat alanındaki atılımlarda öncelikli olarak mimariyi ele almıştır. Türkiye’nin modern bir mimarisinin olması için Almanya’dan şehir planlamacıları ve mimarlar getirtmiştir. Bu uzmanların yönlendirmeleri sonucu mimari alanda yeni bir yol çizilmesini sağlamıştır. Genel Kurmay Başkanlığı ve Milli Savunma Bakanlığı binaları bu dönemin ilk ürünleridir. Atatürk, Türk milletinin sahip olduğu en görkemli yapının milli birlik ve beraberliğin merkezi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin olması gerektiğini belirtmiş ve TBMM binasının güzel olması için gerekli tüm adımları atmıştır. Bu bina için yurtdışından özel mermerler dahi getirtilmiştir. Türk mimarlarına maddi ve manevi büyük destek veren Atatürk, bu yolla milli mimarlık akımının ortaya çıkmasını sağlamıştır.
Mustafa Kemal Atatürk, Türk halkının güzel sanatların önemli kollarından resim ve heykeltıraşlıkta da ilerlemesi için bir takım faaliyetler gerçekleştirmiştir. Cumhuriyet döneminde tüm Türk ressamlarının, Cumhuriyet ve inkilapları resmetmelerini sağlayarak, milli birliğin sanat alanına yansıması hedefine ulaşmıştır. Tüm Türkiye’de heykel ve anıt dikilmesine başlanması da, onun getirdiği yeniliklerden biridir. Büyük Önder’in bu çalışmaları sonucu, Türkiye’de resim ve heykeltıraşlık önemli ölçüde gelişme kaydetmiştir.
Türk milletinin sanatsal geçmişine de sahip çıkan Atatürk, 1937 yılında Resim ve Heykel Müzesini açarak, Cumhuriyet öncesi ve sonrası dönemin sanatsal ürünlerini aynı çatı altında biraraya getirmiştir.
Türk müziği, Mustafa Kemal Atatürk’ün önem verdiği bir diğer konu olmuştur. İlk Türk operasının hazırlanması için ünlü müzisyen Adnan Saygun’u görevlendiren Atatürk, Cemal Reşit Rey’e de ilk konservatuarı kurdurmuştur. Türk müziğinin, akademik altyapısının da güçlü olması gerektiğine inanmış ve yurt dışında eğitim amacıyla genç Türk müzisyenleri göndermiştir. Bu müzisyenlerin geri dönüşlerinde ise Türkiye’ye dağılarak Türk müziğinin ve dolayısıyla Türk sanatının kalkınmasını sağlamıştır.
Bir konuşmasında şöyle demişti:
"Milletimizin güzel sanatlar sevgisini her türlü vasıta ve tedbirlerle besleyerek inkişaf ettirmek milli ülkümüzdür."
Atatürk Osmanlı'dan kalma Sanayii Nefise'yi imar ettirerek Güzel Sanatlar haline getirmiştir. Ayrıca burada yetişen bir çok sanatçıyı kendilerini geliştirmeleri için Avrupa'nın sanat merkezlerine göndermiştir. Resim, Heykel ve mimarlık bölümlerinden çok sayıda öğrenci Almanya, Avusturya ve Fransa'ya gönderilmiştir.
Ata'nın sanatçıya verdiği büyük değeri gösteren bir hatıra şöyledir: Daha devlet tiyatrosu kurulmamışken, İstanbul'dan gelen şehir tiyatrosu sanatçıları Ankara'ya gelerek o zamanki Türk ocağında temsiller verir. Atatürk de bu temsillerin birinde bulunur. ve sanatçıları Çankaya'ya davet ederek ağırlar. Hepsine ayrı ayrı iltifat eder. Ayrılma vakti gelince, Reşit Galip sanatçılara, Atatürk'ün elini öperek veda etmelerini söylediğinde, Ata'nın cevabı şu olur: "Hayır, sanatkar el öpmez, sanatkarın eli öpülür."

Atatürk'ün Bilime Verdiği Önem



Atatürk ün önem verdiği ve savunduğu kavramların hayatımızla olan uyumunu, hemen her alanda görmek mümkündür. Atatürk ün bilim konusuna yaklaşımı, bunun bir başka örneğidir. Atatürk, "İlim ve fen nerede ise oradan alacağız ve her millet ferdinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt ve şart yoktur" derken, konuya olan ilgisini ön plana çıkartmaktadır.
 

Türk Milleti, gerçek karakterine ters düşen, cahillikten ve geri kalmışlıktan kurtulmak için, Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ün göstermiş olduğu çağdaş uygarlık yolunda ilerlemeli; hedeflerine ulaşmak için bir an önce harekete geçmelidir. Bu hedeflere ulaşmak için gereken herşey yapılmalıdır. Türk Milletinin üstün karakteri bunu yapacak güçtedir. Atatürk ün bilime verdiği önem de, Türk Milletini bu hedefe ulaştıracak yollardan biri olduğu düşünülerek değerlendirilmelidir. 

Atatürk; bilim ve fen hakkındaki görüş ve düşüncelerini şöyle ifade etmektedir:

" Dünyada herşey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol göstericisi ilimdir, fendir. İlim ve fennin dışında yol gösterici aramak gaflettir, cahilliktir, doğru yoldan sapmaktır. Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişimini anlamak ve ilerlemeleri zamanında takip etmek şarttır. Bin, iki bin, binlerce yıl önceki ilim ve fen lisanının koyduğu kuralları, şu kadar bin yıl sonra bugün aynen uygulamaya kalkışmak elbette ilim ve fennin içinde bulunmak değildir.Gözlerimizi kapayıp tek başımıza yaşadığımızı düşünemeyiz. Memleketimizi bir çember içine alıp dünya ile alakasız yaşayamayız... Aksine yükselmiş, ilerlemiş, medeni bir millet olarak medeniyet düzeyinin üzerinde yaşayacağız.

Hiçbir tutarlı kanıta dayanmayan birtakım geleneklerin, inanışların korunmasında ısrar eden milletlerin ilerlemesi çok güç olur; belki de hiç olmaz. İlerlemede geleneklerin kayıt ve şartlarını aşamayan milletler, hayatı akla ve gerçeklere uygun olarak göremez. Hayat felsefesini geniş bir açıdan gören milletlerin egemenliği ve boyunduruğu altına girmeye mahkumdur.

Başarılı olmak için aydın sınıf ve halkın zihniyet ve hedefi arasında doğal bir uyum sağlamak lazımdır. Yani aydın sınıfın halka telkin edeceği idealler, halkın ruh ve vicdanından alınmış olmalıdır. Halka yaklaşmak ve halkla kaynaşmak daha çok aydınlara yöneltilen bir vazifedir. Gençlerimiz ve aydınlarımız niçin yürüdüklerini ve ne yapacaklarını önce kendi beyinlerinde iyice kararlaştırmalı, onları halk tarafından iyice benimsenip kabul edilebilecek bir hale getirmeli, onları ancak ondan sonra ortaya atmalıdır.

İlerlemek yolunda yapılacak her önemli teşebbüsün, kendine göre önemli sakıncaları vardır. Bu sakıncaların en az dereceye indirilmesi için tedbir ve teşebbüslerde hata yapmamak lazımdır.İnsanların hayatına, faaliyetine egemen olan kuvvet, yaratma ve icad yeteneğidir. Manevi kuvvet ise özellikle ilim ve iman ile yüksek bir şekilde gelişir. Her işin esas hedefine kısa ve kestirme yoldan varmak arzu edilmekle beraber, yolun kabul edilebilir, mantıki ve özellikle ilmi olması şarttır. 

Her yeni yetişen kendinden eskisini beğenmeyecek kadar yükselirse, ancak o zaman gelecek nesiller birbirinden kademe kademe yüksek seviyede bir yükselme grafiği meydana getirebilir ki, insanlığın ilerlemesinin amacı da budur. Bir millet için mutluluk olan bir şey diğer millet için felaket olabilir. Aynı sebep ve şartlar birini mutlu ettiği halde diğerini mutsuz edebilir. Onun için bu millete gideceği yolu gösterirken dünyanın her türlü ilminden, buluşlarından, ilerlemelerinden istifade edelim, ancak unutmayalım ki, asıl temeli kendi içimizden çıkarmak mecburiyetindeyiz. Milletimizin tarihini, ruhunu, geleceklerini gerçek, sağlam, dürüst bir görüşle görmeliyiz. Taassup cahilliğe dayanır. Bundan dolayı taassubu olan cahildir. İlim mutlaka cahilliği yener, o halde halkı aydınlatmak lazımdır.

Bu millet ve memleket ilme, irfana çok muhtaç; tahsil yapmış, diploma almış gelmiş olanları korumak kadar doğal ve lüzumlu bir şey olmaktan başka, parti parti eğitim ve öğretim görmek için ilim ve fen almak için Avrupaya, Amerikaya ve her tarafa çocuklarımızı göndermeye mecburuz ve göndereceğiz. İlim ve fen ve ihtisas nerede varsa, sanat nerede varsa gidip, öğrenmeye mecburuz. Bu nedenle artık himaye çok zayıf kalır. Bunun yerine mecburiyet geçerli olur. Hayati gerçekleri bilerek, bilmeyenlere de uygun bir yol ile veya zor ile anlatarak amacımıza yürüyeceğiz. Bizi o amaca varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlardır. Bunlar bizi bir sömürge haline koymak için ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, muhterem babalar, bizim için bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf daha vardır: O da içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir. Aklı eren, memleketini seven, gerçeği gören kimselerden böyle bir düşman çıkmaz. İçimizden böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller, ya memleketini sevmeyen kötüler, ya gerçeği görmeyen körlerdir. Biz cahil dediğimiz zaman mutlaka okula gitmemiş olanları kastetmiyoruz. Kastettiğim ilim, gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okuma bilmeyenlerden de, özellikle sizlerin içinizde görüldüğü gibi, gerçeği gören gerçek bilginler çıkar.

Sanayileşmek, en büyük milli davalarımız arasında yer almaktadır. Çalışması ve yaşaması için ekonomik elemanları memleketimizde mevcut olan büyük, küçük her çeşit sanayii kuracağız ve işleteceğiz. En başta vatan savunması olmak üzere, ürünlerimizi değerlendirmek ve en kısa yoldan en ileri ve mutlu Türkiye idealine ulaşabilmek için, bu bir zorunluluktur. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha çok çalışmaya mecburuz. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim, teknik ve her türlü buluşlardan azami derecede yararlanmak zorunludur. 

Harp sanayi kuruluşlarımızı, daha çok geliştirme ve genişletme için alınan tedbirlere devam edilmeli ve sanayileşme çalışmamızda da ordu ihtiyacı ayrıca gözönünde tutulmalıdır. Bütün uçaklarımızın ve motörlerinin memleketimizde yapılması ve hava harp sanayiimizin de bu esasa göre geliştirilmesi gerekir. Hava kuvvetlerinin kazandığı önemi gözönünde tutarak, bu çalışmayı planlaştırmak ve bu konuyu layık olduğu önemle milletin görüşünde canlı tutmak lazımdır. İlim, tercüme ile olmaz, inceleme ile olur. İlim ve özellikle sosyal bilimler dalındaki işlerde ben emir vermem. Bu alanda isterim ki, beni bilim adamları aydınlatsınlar. Onun için siz kendi ilminize, irfanınıza güveniyorsanız, bana söyleyiniz, sosyal ilimlerin güzel (yapıcı) yönlerini gösteriniz, ben takip edeyim.

Ben, manevi miras olarak hiçbir ayet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin ve köklü zorluklar karşısında, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz (ödün) vermediğimizi akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman süratle ilerliyor, milletlerin, toplumların, kişilerin mutluluk ve mutsuzluk anlayışları bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklın ve ilmin gelişimini inkâr etmek olur. Benim Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmaya çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver (eksen) üzerinde akıl ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevi mirasçılarım olurlar." 

Atatürk'ün Sevdiği Yemekler



Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında uzun bir süre aşçı olarak çalışan 93 yaşındaki Halit Atay, Dolmabahçe Sarayı'nı az daha nasıl yakacaklarını yıllar sonra anlattı.


Halit Atay'ın çocukluğu Kurtuluş Savaşı'nın tam ortasında geçti. 1913 doğumlu olan Mengenli delikanlı, gelenekleri bozmadı ve birbirinden güzel yemekler yaparak yavaş yavaş kendini aşçılıkta kanıtladı. Mustafa Kemal Atatürk'ün yanında çalışan ağabeyi Mehmet Atay, Çankaya Köşkü'nde bir aşçı ihtiyacı olunca Mengen'e haber gönderdi ve 'Halit gelsin' dedi. Mengen'e büyük bir sevinç dalgası yayıldı. Halit Atay katırlarla Ankara'ya doğru yola çıktı ve sonunda Köşk'e ulaştı...

Bugün 93 yaşında olan Atay, 1931 yılından 1935'e kadar Çankaya Köşkü'nde Atatürk'ün aşçısı olarak çalıştı. Halit Dede'nin abisi de, Atatürk ölene kadar yanında aşçıydı. Ancak senelerce emekli olamadı. 1980'den sonra Kenan Evren'e mektup yazan ağabey, Evren'in konuyla yakından ilgilenmesine rağmen bu hakkı elde edemedi ve 15 yıl önce öldü. Bunları bize biraz da sitemle anlatan Halit Dede, Atatürk'le ilgili anılarını bizimle paylaşırken hala o günkü kadar heyecanlıydı. Şimdi sözü ona bırakalım.
ASLA SOĞUK YEMEZDİ 
* Mutfakta 8 aşçıydık. Atatürk'ü çok göremezdik. Arada bir mutfağa iner 'Nasılsınız' diye hal hatır sorardı. Dolmabahçe'de olsun, Çankaya'da olsun asla tek başına yemek yemezdi. En az 30-40 kişilik yemek yapardık.

* Atatürk neredeyse sabaha kadar çalışırdı. Sabahları ise mutlaka iki yumurta ile yapılmış omlet yerdi. Mutlaka iki yumurta ve beyaz peynir olacak! Her sabah omletini ben yapardım. Arada bir 'Soğuk olmuş' deyip geri gönderirdi. Tekrar omleti hazır eder, garsonlara verirdim. Çok titizdi. Asla soğuk yemezdi.

* Mutlaka kuru fasulye olacak. Atatürk'ün en sevdiği yemek kuru fasulyeydi çünkü. Ne zaman isteyeceği belli olmadığı için, biz her sabah mutlaka kuru fasulyeyi hazır ederdik. İster Çankaya Köşkü'nde olalım, ister Dolmabahçe'de, mutlaka yapardık. Yapardık ve yemezse döker sabah tekrar yapardık. Hatta trenle seyahat ettiğimizde bile ilk işimiz kuru fasulye yapmaktı.

* Dolmabahçe'ye gittiğimizde ıstakoz bile bulup hazırlardık o zaman. Hatta kılıç balığı bile bulunurdu. Tabaklara büyük özen gösterirdik. Bamyalar bile tabaklara tek tek dizilirdi. O denli güzel görünürdü.
ONDAN ÇEKİNİRDİK 
* Tüm çalışanlar Atatürk'ten çok çekinirdik. Yaşlandım, çok şeyi unuttum ama İsmail Müştak Mayakon'u unutmam. Bir gün Atatürk'ü kızdırmış. Atatürk ona şöyle bir bakmış. Sonrasında felç geçirdi adam. Atatürk çok üzüldü. Hemen yurtdışına gönderdi. Tedavi gördü ama Türkiye'ye döndükten sonra kaybettik.

* Bursa-Yenişehir'e trenle yola çıktık. Atatürk'ün programı var. İnip yerleşeceğiz, araba göndermişler. Yola çıktık, ama ne olduysa araba devrildi. Aşçıbaşı 150 kiloluk bir adamdı. Üzerime devrildi. Neyse zar zor arabada nefes almayı başardık. Bizi çıkardılar. Ama dışarı çıktık, 'Atatürk yemek istiyor' diye birileri geldi. Trene nasıl yetiştiğimizi hatırlamıyorum. Meğer Atatürk kızmış, trene binmiş ve gidiyoruz demiş.

* O zaman aylığım 20 liraydı. Çok iyi paraydı tabii. Atatürk'ün yanında çalıştığımızı duyan herkes çok büyük ilgi gösterir, çekinirdi. Askerlik yoklamasına gittiğimde 'Atatürk'ün aşçısı' diye herkes duymuş, herkes sessiz bana karşı. Şimdi çıkıp Cumhurbaşkanı'nın yanında çalışıyorum desem kim ilgilenir?

* Dolmabahçe'deydik. Atatürk Yalova'ya gitti. O gün sabahtan çalışmaya başladık. Krema hazırlıyoruz. Ocağın üzerine tencereleri koyduk ve diğer işleri yapıyoruz. Çok ısınmış. Derken bir patlama. Bütün İstanbul birbirine girdi, 'Dolmabahçe yanıyor' diye. Bacadan ateş çıkmış ama büyük bir şey değil. Hemen itfaiye geldi, çıkıp baktılar. Bunun için kaç defa ifade verdik sayısını bile unuttum. Atatürk'e de ulaştırmışlar tabii. Eyvah şimdi kızacak diyorduk ama Atatürk bize kızmadı. 

Atatürk'ün Hakkında Söylenenler



Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını* Türk halkına ilham veren liderliğini* modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye'nin doğması* yeni Türkiye'nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması* Atatürk'ün Türk halkının ismidir. Şüphesiz ki* Türkiye'de giriştiği derin ve geniş inkılâplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.

baktabulJohn F.KENNEDY (A.B.D.Başkanı* 10 Kasım 1963) 

Benim üzüntüm* bu adamla tanışmak hususundaki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.
Franklin ROOSEVELT (A.B.D.Başkanı* 10 Kasım 1963)

Asker-devlet adamı* çağımızın en büyük liderlerinden biri idi. Kendisi* Türkiye'nin* dünyanın en ileri memleketleri arasında hakettiği yeri almasını sağlamıştır. Keza O* Türklere* bir milletin büyüklüğünün temel taşını teşkil eden* kendine güvenme ve dayanma duygusunu vermiştir.
General Mc ARTHUR

Sovyet Rusya Hariciye Naziri Litvinof ile görüşürken kendisine onun fikrince bütün Avrupa'nın en kıymetli ve en ziyade dikkate değer devlet adamının kim olduğunu sordum. Bana Avrupa'nın en kıymetli devlet adamının Türkiye Cumhurbaskanı Mustafa Kemal olduğunu söyledi.
Rooswelt (Franklen D.) 1928 Amerika Birleşik Devletleri Başkanı

Dünya sahnesinden tarihin en dikkatli* çekici adamlarından biri geçti.
Chicago Tribune

Savaş sonrası döneminin en yetenekli liderlerinden biri.
New York Times

İnsanı teslim alıcı fevkalade önderlik kuvveti vardır. O* tetiktir* hazır cevaptır* dikkati çekecek kadar zekidir.
Gladys Baker(Gazeteci)

O* kişisel kazanç ve ün peşinde koşan basit bir diktator değil* gelecek kuşaklar için sağlam temeller atmaya uğraşan bir kahramandı.
Prof.Walter L.WRIHT Jr. 

Atatürk Türkiye'yi tek düşmanı kalmaksızın bırakmıştır. Bu zamanımızın hiçbir devlet şefinin başaramadığıdır.
Alman Volkischer Beobachter Gazetesi

Almanya* ATATÜRK'ün eserine ve mücadelesine hayrandır. Onda* tarihi eseri* özgürlüğü seven bütün milletler için bir sembol olarak kalacak kudretli bir kişilik görmektedir.
Berlin* Alman Ajansı

Istırap çeken dünyada barış ve esenliği yeniden kurmak ve insanlığın yalnız maddi değil* manevi gelişmesini sağlamak isteyenler Atatürk'ün iman verici ve yön göstericiliğinden örnek ve kuvvet alsınlar.
Prof. Herbert MELZIG(Tarihci)

Kendisinin tarihi büyüklüğü* eseri olan yeni Türkiye'ye bakılarak bu günden ölçülebilir. Çelik gibi azim ve gayreti* uzağı gören akıl ve hikmetle birleşmiş olan bu gerçek halk önderi ve devlet adamı; Anadolu dağlarının en uzak ve ıssız köşesindeki köylere bile başka bir ruh aşılamıştır.
Illustrierte Dergisi

O* kendi milleti ve beşeriyet alemi için beslediği muhabbetle* bir dahinin neler yarattığına dair* cihana fevkalade heyecanlı bir sahne seyrettirmektedir.
Herbert MELZIG

İnsanlığın bütün belirtileri O'nda kendini hemen gösteriyor.
Noelle Gazetesi 

Eski Osmanlı İmparatorluğu bir hayal gibi ortadan silinirken* milli bir Türk Devleti'nin kuruluşu* bu çağın en şaşırtıcı başarılarından birisidir. Mustafa Kemal* yüce bir eser ortaya koymuştur. Atatürk'ün parlak başarısı bütün sömürgeler için bir örnek olmuştur.
Maurice BAUMANT(Profesor)

Çok büyük bir adamdı... Bir siyasi dahiydi. 
Excelsior Gazetesi

Dünyanın* çağdaş* en büyük kişilerinden biri.
Le Jour-Echo de Paris

Atatürk'ün yurt kurtarıcı olduğunu* milletlerin en vefalısı olan Türkler asla unutmayacaklardır. Noell Roger Gazetesi

Karşımdaki bu büyük adamda* keşfettiğim bu büyük meçhulde maharet ve karakter o kadar iyi işlenmişti ki* sözlerinde hiçbir şüphe aranamazdı.
Claude Farrer(Yazar)

Bu günün Türkleri* yüzyıllar önce Avrupayı titreten canlı millet durumuna erişmiştir. Ve bu akşam O büyük ölünün başında bekleyen Türkiye* güçlü ve dipdiri Türkiye'dir.
Pierre Dominique(Gazeteci)

Asırları aşan adam !.. 
Fransa* Paris Basını

Akıllı ve barışcı yöntemlerle gerçekleştirdiği eseri halkların tarihinde izlerini bırakacaktır.
Albert LEBRUN Fransız Cumhurbaşkanı

Mevcut rütbelerin hepsini kaldırdığı bir memlekette* bu adam* bütün rütbeleri* kazanmıştır. O memlekete* bulabilecek en şerefli isim O'na verilmistir.
Mercel Sauvage(Gazeteci)

Bu* insanlığa denenmiş bir felsefe örneği olarak sunulabilir. Atatürk yüzyıllara sığabilecek işleri on yılda tamamladı.
Gerrad Tongas(Yazar)

Atatürk öldü. Barış kubbesinin doğu sütunu yıkıldı. Artık evrende barışı kimse garanti edemez. Nitekim Avrupalı devlet adamları; O'nun 1930'da yaptığı uyarı ve tavsiyeleri dinlememiş ve dünyayı 1939 yılında ikinci büyük savaş felaketinin içine sürüklemişlerdir. 
SANERWIN Gazetesi

Atatürk* bir milleti* birkaç yılda asrileştirmek mucizesini göstermistir.
Paris-Le Temps

Yeni Türk Devleti ile Ankara Antlaşması'nın imzalanması nedeniyle; "Bizi arkadan vurdu* dağ başındaki haydutlarla* Mustafa Kemallerle anlaştı" diyenlere Fransız Başbakanının Mecliste verdiği cevap:
Dağ başındaki haydutlar diye isimlendirdiğiniz kahraman Mustafa Kemal ve O'nun tüm askerleri burada olsalardı* teker teker hepsinin heykellerini dikerdik. Böylesine kahraman bir antlaşma imzalamaktan gurur duyuyorum.
(1921) Fransız Başbakanı BRIAND

Sırasıyle ihtilalci ve asi* sonradan muzaffer bir kumandan olan "Türklerin babası" Yeni Türkiye'yi yarattı* sultanları kovdu* kadınlara hürriyet verdi* fesi kaldırdı* ülkesinde radikal bir inkilap yaptı. Paris-Soir'den

Denilebilir ki onsuz* İslam alemi yolunu bulabilmek için elli yıl daha bekleyecekti.
Berthe Georges-Gaulis

O* yüce bir dağa benzer. Eteğinde yaşayanlar bu yüceliği fark edemezler. Bu dağın azametini kavrayabilmek için* O'na çok uzaklardan bakmak gerekir.
Claude FARRER Fransız Edibi

Türkiye tarihi* bugün her zamandan çok Batı ve Avrupa tarihinden ayrılmaz bir haldedir. Ve Atatürk'ün bu yöndeki gayretleri sonuçsuz kalmamıştır. Memleketlerimiz arasındaki yüzyılları aşan dostluk* bu gelişmenin temel öğelerinden biridir.
Charles De GAULLE

Kemal Atatürk'ün karakterinin bir cephesini göstermek itibariyle bir noktayı hatırlatmak isterim. Bize savaşlarından birini anlatıyordu. Birdenbire durdu:
Görüyorsunuz ya* dedi: birçok zaferler kazandım. Fakat bunların en büyüğünden sonra bile her akşam* savaş alanlarında ölen bütün askerleri düşünerek içimde derin bir keder duyuyorum.
Cesaret ve zekasından başka yüreği bu kadar yüce olan böyle bir şef'in* yurdu için mucizeler yaratmış olmasına şaşılabilir mi?...
George BENNES Vu Gazetesi-1938

Devrin yüksek şahsiyetleri kitaplarda* konferanslarda Türkiye'nin asla değişmeyeceğini ve değişmeden öleceğini ilan etmişlerdi. Halbuki ölmeden değişti. Hem de kökünden ve baştan
aşağı değişti. İnançlar* gelenekler* yöntemler yıkıldı. Son döküntülerini de yabancı zırhlıları ve kapitilasyonlar gibi memleketten sürüp attılar. Türkiye* ruhunu değiştirmişti. Tamamen ve tasavvur edilmesi mümkün olduğu kadar...
Raymond CARTIER Le Nouvelliste Gazetesi

Türkiye* dost ve düşmanlarının hayran olduğu bir deha adama* malik bulunmak bahtiyarlığına erişmiştir.
Katimerini

Atatürk'ün Çocuk Sevgisi



Atatürk, yaşamı boyunca tüm sevdiklerine hangi yaşta olursa olsun "çocuk" diye seslenirdi. Onun sözlüğündeçocuk sevgi demekti. O'nun çocuğu yoktu ama içinde bitip tükenmeyen bir çocuk sevgisi vardı. Bundan dolayı yüreği arada burkulmuş mudur bilmiyorum ama galiba bu ihtimal çok düşük; bütün Türk çocukları onun öz yavruları gibiydi. Atatürk, çocukların riyakârlık bilmeden bütün istek ve arzularını içlerinden geldiği gibi açıklamalarından çok hoşlanırdı. Son yıllarını da çok sevdiği bir çocukla geçirdi. Ülkü, Atatürk'ün çocuk sevgisinin bir simgesi oldu. 


O'nun açık mavi gözleri her yerde çocukları arardı. Çağdaş ve mutlu Türkiye'yi çocuklarda görür ve çocuklarda bulurdu. Tüm yurt gezilerinde çocuklara sevgi ile yaklaşır, onlarla uzun uzun konuşurdu. Vedat Demirci'nin anılarından öğrenildiğine göre; Atatürk bir gün çocuk balosuna gider. Ortalıkta bir şaşkınlık havası doğar. Küçük bir oğlan salonun orta yerinde kalır. Bu yavru hayranlıkla bir süre Atatürk'e baktıktan sonra: "Atatürk’üm, seni öpmek istiyorum" der. Ortalığa bir sessizlik dalgası yayılır. Bu derin sessizliği Atatürk'ün sesi bozar "Öyleyse, gel öp" der. Çocuk koşarak Atatürk'ün boynuna sarılır. O sırada diğer çocuklar da: "Biz de.. Biz de.." diye bağırırlar. Böylece tüm çocuklar Ata'yı doya doya öperler. Bu görüntü çoğu kişiyi ağlatır. Büyük Atatürk de ağlar. Evet, Türk çocuklarının bu engin sevgisi için ağlar. Hem de sevinç gözyaşlarını dökerek. O gün çevresindekilere övünçle: İşte benim kuşaklarım" der. 


Atatürk çocuk davasının önemini her ortamda vurgulayarak çocuklara yönelik hizmetlerde rehberlik yapmayı sürdürmüştür. 17 Ekim 1922 yılında Bursa’da kendini karşılayan çocuklara aşağıdaki şekilde seslenerek nasıl bir gençlik istediğini belirtmiştir: 


‘Küçük hanımlar, küçük beyler 


Sizler hepiniz geleceğin bir gülü, yıldızı ve ikbal ışığısınız. 


Memleketi asıl ışığa boğacak olan sizsiniz. 


Kendinizin Ne Kadar Önemli, Değerli Olduğunuzu Düşünerek Ona Göre Çalışınız. Sizlerden Çok Şey Bekliyoruz.’ (Atatürk Albümü–1992) 


Evet, Atatürk’ün çocuk sevgisi çok büyüktü, peki ya ondan sonra gelenlerin, her fırsatta ‘Atam İzindeyiz!’ diyenlerin çocuk sevgisi nasıldı? ‘Atatürk’ten sonra gelen hiç bir cumhurbaşkanı, başbakan veya bir asker bir çocuğu elinden tutup da resim sergisi gezmeye götürmedi. Hiç bir cumhurbaşkanı veya başbakan çocuğu protokol sırasının en önüne oturtmadı. Hiçbir başbakan bir çocuğu salıncakta sallamadı. Bir çocuğu taşıttan kendi elleriyle indirmedi. Bir yabancı konukla birlikteyken yanına çocuk almadı. Bir yetişkini dinlerken gösterdiği ciddiyetle dinlemedi. Onlarla birlikte denize girmedi, objektiflere poz vermedi. Onlarla gezintilere çıkmadı. Onlara el öptürtmemezlik yapmadı. Tüm bunlar bir yana, 1938’den itibaren bu ülkede yetişkin insan-çocuk insan dostluğu, arkadaşlığı diye bir şey kalmadı. Türkiye’nin markası, Atatürk’teki çocuk sevgisi ve onun çocuğa verdiği değer olmalıdır. Eşsiz bir örnektir. Ama o büyük insanın çocuklara yaklaşımını bu ülkenin anne babaları ve öğretmenleri bile örnek almıyor ki başkalarına örnek gösterilebilsin...’ 

Atatürk'ün Kitap Sevgisi



Atatürk’ün çocukluğunda başlayan kitap tutkusu, savaş zamanı cephede bile sürmüştür. Sırtından üniformayı çıkarıp sivil hayata geçince okumaya ayırdığı zaman daha da arttırmıştır. Atatürk’ün hizmetinde bulunanlardan Cemal Granada, Atatürk’le Vasıf Çınar arasında geçen bir konuşmayı anlatırken; O’ndaki okuma alışkanlığının çocuk yaşlarda oluştuğunu belirler.
‘Atatürk’ün elinden boş zamanlarında tarihle ilgili kitapların düşmediğini hatırlarım. Bir gün yine Atatürk, tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki, çevresini görecek hali yoktu. Bir sürü yurt meselesi dururken devlet başkanının kendini tarihe vermesi, Vasıf Çınar’ın biraz canını sıkmış olmalı ki, Atatürk’e şöyle dediğini duydum;
- Paşam!.. Tarihle uğraşıp kafanı yorma... 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın? Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu çok samimi yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verdi: -Ben çocukken fakirdim. İki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim. Eğer böyle olmasaydım, bu yaptıklarımın hiç birisini yapamazdım.’
‘Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.’ diyen Atatürk’te okumak, araştırmak bir tutkuya dönüşmüştür. Atatürk, geniş bir kültüre ve pek çok eserden oluşan bir kütüphaneye sahiptir. Zengin kütüphanesi sayesinde kitap okumak, araştırma yapmak, düşünce üretmek, araştırdığı, düşündüğü konuları tartışmaya açmak, O’nun gündelik hayatının vazgeçilmez bir parçasıdır. Hâkim Cengiz Otacı Atatürk’ün en çok tarihe ilgi duyduğunu şu şekilde belirtmiştir:
‘Manastır idadisinde tarih öğretmeni Mehmet Tevfik Bey sayesinde tarih en çok ilgilendiği saha olmuştu. Atatürk’ün ileriki yıllarında kitaplığının çoğunluğunun tarih kitaplarından oluşması, onun tarihe ve ulusal bilince verdiği önemi göstermektedir.
Askeri İdadi yıllarında Atatürk en çok Namık Kemal, Abdülhak Hamit, Ahmet Mithat ve tarihçi Murat Bey’in yazılarıyla ilgileniyor, bu kitaplardaki milli bilinç ve ruh, O’nu cezbediyordu. Fethi Bey, Atatürk’le arkadaşlığı yıllarında Fransız düşünürlerinin kitaplarıyla tanışmasında mühim bir rol oynadı. Voltaire, Montesguieu, Rousseau gibi düşünürleri hem okuyorlar hem de tartışıyorlardı.’
Harp Okulu yıllarında Atatürk, memleket meseleleriyle daha fazla ilgilenmeye başlamıştır. Sürekli okuyup, yurtiçinde basılması yasak olduğu için çoğu defa İran’da basılıp gelen, eşitlik, hürriyet gibi kavramların işlendiği eserleri temin etmekte ve gizli gizli okumaktadır. Hikmet Bayur’un anlattığına göre Atatürk, bu kitapları yatakhanede, kötü ışık şartlarında okuyor, uzun düşüncelere dalmaktadır. Harp akademisinde, çocukluk yıllarında başlayan birikimlerini ve siyasal gözlemlerini arkadaşlarına da anlatabilmek için el yazısı bir gazete çıkarmaya karar vermiş ve gazetenin yönetim kurulunda görev alarak, gazetenin çoğu yazılarını tek başına yazmıştır.
Atatürk’ün okuma ve öğrenme aşkı sadece öğrencilik yıllarına özgü değildir şüphesiz. Okumaya cephede de devam etmiştir. Çanakkale savaşının en şiddetli zamanında kendisini ziyarete gelen gazeteci Ruşen Eşref Ünaydın, Atatürk’ün odasını tasvir ederken, Balzak’ın, Maupassant’ın, Boule de Suif’in ve Lavedan’ın eserlerinin masasının üstünde durduğundan bahsetmektedir. Yine Çanakkale savaşı zamanlarında Atatürk’ün, yazdığı bir mektupla arkadaşı Ömer Lütfi Bey’in eşinden bazı kitaplar istediğini görülmüştür. 16. Kolordu Komutanı olarak Doğu Anadolu’da bulunduğu yıllarda da sürekli okumayla meşgul olan Atatürk, burada geçirdiği yıllarda tuttuğu anı defterinde, okuduğu kitapların adını vermekte, günlerinin askerlikten boş kalan kesimini okumakla değerlendirdiğini anlatmaktadır.
Atatürk’ün harp meydanlarında dahi okumaktan vazgeçmediğine şahit olanlardan biri de Fevzi Çakmak’tır. Çakmak, Sakarya Meydan Muharebesi ile Büyük Taarruz arasında kalan zamanda Paşa’nın İslam Tarihi okuduğunu anlatmaktadır.
Kitap okumayı tutku seviyesinde seven Atatürk, Cumhuriyet sonrası zamana kadar yerleşik bir hayatı olmadığı için çok istemesine rağmen kütüphane kuramamış, yanında okumak istediği, sevdiği, faydalı bulduğu kitapları taşımakla yetinmiştir. Ancak Ankara ve İstanbul’da sürekli olarak kalmasıyla kütüphane kurabilmiştir.
Atatürk, Ankara’ya yerleşmesinin ardından Keçiören’deki köşkünde kütüphanesini kurmuş, fakat zamanla bu evin ihtiyaçlarını karşılayamaması karşısında yeni bir köşk yapılmıştır. Atatürk köşkü yapacak olan mimardan iki özel istekte bulunmuştur. Bunlardan biri geniş ve ferah bir yemek odası diğeri de yine geniş bir kütüphane yapması.
Aslında Atatürk’ün yeni bir köşke ihtiyaç duymasının temel nedenlerinden biri, Afet İnan’ın dediğine göre geniş bir kütüphaneye olan ihtiyaçtı. Eski köşkün kütüphanesi Paşa’nın hem çalıştığı hem de gündüz misafirlerini kabul ettiği bir yerdi. 1930’dan sonra yeni alınan kitaplar kütüphaneye sığmaz olmuştu. Paşa bu kütüphanede saatlerce çalışır, okur, okuduğu kitapların altını kırmızı ve mor renkli kalemlerle çizer, kenarlarını işaretler, notlar alırdı. Atatürk, yeni yapılacak köşkte geniş bir kütüphane olmasını, bu kütüphanede haritalarını rahatça yayabileceği ve kitaplarını koyabileceği geniş bir masa istemişti.
Türkiye’de görev yapan Amerikan büyükelçisi General Charles H. Sherril, Atatürk’ün kendisini kütüphanesinde kabul etmesinin ardından hissettiklerini şöyle anlatmaktadır:
‘Bugün Mustafa Kemal kendisini ilk günkünden daha rahat hissediyordur, çünkü kütüphanesindeydi. Yaradılışı itibarıyla okumayı ve araştırmayı seven insanlar kendi kitaplıklarında, kitapları arasında bütün güçleri ve büyüklükleriyle görünürler. Şimdi ne masanın üstünde yayılı duran haritalardan ne de odayı tüm duvarlarıyla dolduran kitaplardan bahsetmeyeceğim...’
Atatürk, Dolmabahçe Sarayı’na taşınırken yanında kitaplarını da götürmektedir. Kitaplar cephane sandıklarına konulmuştur. Bu manzara karşısında duygulanan A. Dilaçar, sonradan kitapların cephane sandıklarıyla taşınmasını, ‘kazanılan askeri savaşın kültürel savaşa döndüğü’ şeklinde ifade edecektir.
Cengiz Otacı’nın araştırmasına göre, Atatürk, kültür savaşını kazanacak malumatla donanmak için her zamankinden daha fazla okumaya adadı kendini. Değişik sahalardan kitapları topluyor, okuyor, yurtiçinde bulunmayan kitapları yurtdışından getirtiyor, vâkıf olmadığı dilde yazılmış olanları kısa zamanda tercüme ettiriyordu.

Atatürk'ün İnkılapları





   I-Siyasi alanda yapılan inkılaplar:
 
   1-      Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
   2-      Cumhuriyet’in ilanı (29 Ekim 1923)
   3-      Halifeliğin Kaldırılması (3 Mart 1924)

   II-Toplumsal yaşayışın düzenlenmesi:
 
   1-    Şapka İktisası (giyilmesi) Hakkında Kanun (25 Kasım 1925)
   2-   Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine (kapatılmasına) ve Türbedarlıklar ile Birtakım
Unvanların Men ve  İlgasına Dair Kanun (30 Kasım 1925)
   3-   Beynelmilel Saat ve Takvim Hakkındaki Kanunların Kabulü (26 Aralık 1925). Kabul edilen bu   
 kanunlarla  Hicri ve Rumi Takvim uygulaması kaldırılarak yerine Miladi Takvim, alaturka saat yerine
 de milletlerarası saat sistemi uygulaması benimsenmiştir.
   4-   Ölçüler Kanunu (1 Nisan 1931). Bu kanunla ölçü birimi olarak medeni milletlerin kullandıkları metre,
 kilogram ve litre kabul edilmiştir.
   5-   Lakap ve Unvanların Kaldırıldığına Dair Kanun (26 Kasım 1934)
   6-   Bazı Kisvelerin Giyilemeyeceğine Dair Kanun (3 Aralık 1934). Bu kanunla din adamlarının, hangi dine
mensup olurlarsa olsunlar, mabet ve ayinler dışında ruhani kisve (giysi) taşımaları yasaklanmıştır.
   7-   Soyadı Kanunu (21 Haziren 1934)
   8-   Kemal Öz Adlı Cumhurreisimize Atatürk Soyadı Verilmesi Hakkında Kanun (24 Kasım 1934)
   9-   Kadınların medeni ve siyasi haklara kavuşması:
         a-      Medeni Kanun’la sağlanan haklar
         b-      Belediye seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanunun kabulü (3 Nisan 1930)
         c-      Anayasa’da yapılan değişiklerle kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkının tanınması
 (5 Aralık    1934)

  III- Hukuk alanında yapılan inkilaplar:
 
    1-    Şeriye Mahkemelerinin kaldırılması ve Yeni Mahkemeler Teşkilatının Kurulması Kanunu (8 Nisan 1934) 
    2-    Türk Medeni Kanunu (17 Şubat 1926)
Dini hukuk sisteminden ayrılarak laik çağdaş hukuk sisteminin uygulanmasına başlanmıştır.

   IV-Eğitim ve Kültür alanında yapılan inkilaplar:

  1-      Tevhid-i Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924). Bu kanunla Türkiye dahilindeki bütün bilim ve öğretim
kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.
   2-      Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun (1 Kasım 1928)
   3-      Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti’nin Kuruluşu (12 Nisan 1931). Cemiyet daha sonra Türk Tarih Kurumu
adını almıştır (3 Ekim 1935). Kültür alanında yeni bir tarih görüşnü ifade eden kurumun kuruluşuyla ümmet tarihi anlayışından millet tarihi anlayışına geçilmiştir.
   4-      Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kuruluşu (12 Temmuz 1932). Cemiyet daha sonra Türk Dil Kurumu
adını almıştır (24 Ağustos 1936). Kurumun amacı, Türk dilinin öz güzelliğini ve zenginliğini meydana çıkarmak,
 onu dünya dilleri arasında değerine yaraşır yüksekliğe eriştirmektir.
   5-      İstanbul Darülfünunu’nun kapatılmasına Milli Eğitim Bakanlığı’nca yeni bir üniversite kurulmasına dair
kanun (31 Mayıs 1933). İstanbul Üniversitesi 18 Kasım 1933 günü öğretime açılmıştır.

Atatürk İlkeleri Ve Açıklaması




Atatürk İlkeleri
, çağdaşlaşma yönünü belirleyen ve Atatürk Devrimleri'ne temel teşkil eden fikir ve düşüncelerdir. Atatürkçü Düşünce Sistemi içinde birbirine bağlı bir bütün oluşturan Atatürk İlke ve Devrimleri, Türkiye'yi çağdaş uygarlık düzeyine ulaştirabilmek için bilimsel düşünceyi esas alan aklın ve mantığın çizdiği yollardır. Bu nedenle Atatürk ilke ve devrimlerinin felsefesinde yapıcılık, en doğruya, yararlıya yöneliş yatar.
Atatürk İlkeleri, başlangıcından beri Türk Devrimi içinden doğmuş ve onun uygulamalarına yön vermiştir. Atatürkçülük konularını araştıran bilim adamları bu ilkeleri Temel İlkeler ve Bütünleyici İlkeler olarak iki başlıkta toplarlar.
Bu ilkeler, Atatürk’ün devlet anlayışına hakim olan ulusal devlet, tam bağımsızlık, ulusal egemenlik ve çağdaşlaşma hedefinden kaynaklanmaktadır.
Atatürk İlkeleri, önce dönemin tek partisi olan Cumhuriyet Halk Fırkası’nın program ilkeleri olarak benimsenmiştir. 1937’de çıkarılan bir kanunla 1924 Anayasası’na eklenen ilkeler, bu uygulama ile hukuken Türk ulusuna mâl edilmiştir.

Cumhuriyetçilik 

Cumhuriyet; egemenliğin halkta olduğu devlet yönetimi demektir. Cumhuriyet, demokrasinin bir uygulama şekli olup halkın kendi kendini yöneterek, yönetimde söz sahibi olduğu rejim demektir. Cumhuriyetçilik ise devlet yönetiminde cumhuriyetin bulunması demektir.
Cumhuriyet, Atatürk tarafından; “Türk milletinin karakter ve adetlerine en uygun olan idare” olduğu için ilan edilmiştir.
Cumhuriyet yönetimi 1923 yılından itibaren Anayasa'ya eklenmiştir ve Anayasa'nın birinci maddesidir. Anayasa'nın ikinci maddesinde de Cumhuriyetin nitelikleri belirtilmiştir. Buna göre Türkiye Cumhuriyeti:İnsan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, Demokratik, Laik, Sosyal bir hukuk devletidir.
Atatürk demokratik cumhuriyeti benimsemiştir. “Demokrasinin tam ve en belirgin şekli cumhuriyettir.” demiştir. Atatürk, cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etmiştir. Böylece ülkenin sürekli yenileşme ve çağdaşlaşma içinde olmasına çalışmıştır.

Milliyetçilik 

Atatürk’e göre millet; geçmişte bir arada yaşamış, bir arada yaşayan, gelecekte de bir arada yaşama inancında ve kararında olan, aynı vatana sahip, aralarında dil, kültür ve duygu birliği olan insanlar topluluğudur.

Halkçılık 

Halkçılık ilkesi, ulusal egemenliği ön planda tutar ve demokrasiyi benimser. Devlet, vatandaşın refah ve mutluluğunu amaçlar. Vatandaşlar arasında iş bölümü ve dayanışmayı öngörür. Ulusun devlet hizmetlerinden eşit bir şekilde yararlanmasını sağlar. Atatürk’ün halkçılık ilkesinden anlaşılan; toplumda hiçbir kimseye, zümreye ya da herhangi bir sınıfa ayrıcalık tanınmamasıdır. Bütün herkes kanun önünde eşittir. Halkçılık ilkesine göre; hiçbir kimse başkalarına karşı din, dil, ırk, mezhep veya ekonomik açıdan üstünlük sağlayamaz.

Laiklik 

Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması demektir. Diğer bir tanımlamayla da devlet düzeninin, eğitim kurumlarının ve hukuk kurallarının dine değil akla ve bilime dayandırılmasıdır. Ayrıca din işleri kişinin vicdanına bırakılarak din özgürlüğü sağlanmıştır. Laikleşme Aşamaları:
  • Saltanatın Kaldırılması (1922)
  • Halifeliğin Kaldırılması (1924)
  • Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması(1925)
  • “Devletin dini İslam’dır” ibaresinin Anayasa’dan Çıkarılması(1928)

    Devletçilik 

    Devletçilik ilkesi, devletin gerekli gördüğü alanlarda devletin gelişmesi ve yücelmesi için yapılan çalışmalardır. Atatürk’ün devletçilik ilkesi; Türk toplumun ulaşmak istediği çağdaş ve modern bir düzen için gerekli olan ekonominin güçlendirilmesi ve ulusallaştırılmasıdır. Devletçilik ilkesine göre, devlet ekonomiyle ilgili olarak doğrudan doğruya müdahale yapabilir. Ekonomik teşebbüsler sadece devlet tarafından yapılmayacak, özel teşebbüslere izin verilecek fakat hiçbir özel teşebbüs devlet kontrolünden ve teftişinden çıkamayacak.

    İnkılapçılık 

    İnkılapçılık, Türk ulusunun çağdaşlaşması yolunda yapılan Atatürk devrimlerinin benimsenmesi, geliştirilmesi ve her türlü tehlikelere karşı korunmasıdır.